X

Yasal Uyarı

Bu internet sitesinde yer alan bilgi ve belgeler Öz&Öz Hukuk Bürosu tarafından hazırlanmış olup tüm hakları yine Öz&Öz Hukuk Bürosu'na aittir. Bu internet sitesinde yer alan bilgi ve belgeler sadece bilgilendirme amaçlı olup verilen bilgiler hukuki tavsiye niteliğinde kabul edilemez; ziyaretçi ile Öz&Öz Hukuk Bürosu arasında vekil-müvekkil ilişkisi doğurmaz.

Sitede paylaşılan bilgiler ziyeretçinin özel durumuna uygun düşmeyebileceği gibi mevzuatta meydana gelmiş olabilecek değişiklikleri de içermiyor olabilir. Sitede yer alan hukuki bilgi ve belgelerin güncel veya doğru olmaması veya bu bilgilerden hareketle olumsuz sonuçlar ile karşılaşılması halinde Öz&Öz Hukuk Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez.

X

Gizlilik Koşulları

Öz&Öz, web sitesi ziyaretçilerinin gizliliğine saygı duyan uluslararası bir hukuk bürosudur. Öz&Öz bu siteyi büromuz ile ilgilenen kişilerin yaralanması amacıyla yayınlamıştır. Bu kısımda aşapıdaki sorulara cevap bulaaksınız:

Bu web sitesi aracılığıyla siz veya kuruluşunuz hakkında topladığımız bilgileri nasıl kullanabiliriz?

Web tarayıcınız tarafından üçüncü kişilere verilen bilgi miktarını nasıl azaltabilirsiniz?

Tarafımızca sizin ile ilgili tutulan herhangi bir bilgiyi nasıl değiştirebilir veya silebilirsiniz?

IP Adresleri ve Çerezler

Bir ziyaretçi web sitemizi ziyaret ettiğinde, ziyaretçinin tarayıcısı Öz&Öz'ün sunucusuna ziyaretçinin IP adresi, erişim zamanı, tarayıcı tipi ve yönlendiren URL gibi verileri sağlar.

Web sitesi üzerinden elde edilen istatistiksel veriler, Öz&Öz tarafından web sitesine gelen ziyaretçi sayısı, görüntüledikleri sayfalar, tarih ve saat bilgilerini takip etmek için kullanılmaktadır. Öz&Öz, bu istatistiki verileri, sunulan hizmetleri ve web sitesini değerlendirmek için kullanabilir.

Buna ek olarak, bir IP adresi, web sitesini ziyaret eden bireyin değil; kuruluşun kimliğini tespit edebilir. Öz&Öz, ziyaret eden kurumdan elde edilen bilgiyi ziyaret eden kuruluş ile ilişkisini geliştirmek için kullanabilir.

Belirli istatistiksel verilerin derlenmesini sağlamak için bilgisayarınızda çerez bilgileri etkinleştirilir. Çerezler ayrıca iletişim formlarında ve yer imlerindeki bilgileri hatırlamak için kullanılır. Tarayıcı ayarlarınızı değiştirerek çerezler temizlenebilir, engellenebilir ve devre dışı bırakılabilir. Bu web sitesi çerezler etkin veya çerezsiz olarak görüntülenebilir.

 İletişim Formları

Bir ziyaretçi, online iletişim formlarından birini kullanarak Öz&Öz'e başvurmak isterse, bu formlar aracılığıyla paylaşılan bilgi Öz&Öz tarafından sadece yapılan sorgu ile ilgili iletişim kurmak için kullanılacak olup; ziyaretiçinin bilgisi dışında pazarlama faaliyetleri için kullanılmayacaktır. Öz&Öz, iletişim formlarında asgari düzeyde iletişim bilgisi ister. Bir ziyaretçinin kurumu ile ilgili elde edilen bilgiler, bu kurumla iş geliştirme amaçları için kullanılabilir.

Haklarınız

Herhangi bir ziyaretçi, bu ziyaretçide tuttuğu bilgileri Öz&Öz tarafından info@ozandoz.com adresine e-posta göndererek görüntüleyebilir, değiştirebilir veya silebilir. Öz&Öz bilgilerinizi üçüncü kişilerle paylaşmayacaktır.

EN
Öz&Öz Hukuk bürosu

Coronavirüs (Covid-19) Salgını ve Sözleşmesel İlişkiler

A. Genel Olarak
 
Dünyada ilk kez 31 Aralık 2019 günü Çin’in Wuhan kentinde görülen Coronavirüs (Covid-19) salgını, Dünya Sağlık Örgütü tarafından 11 Mart 2020 tarihinde “pandemi” olarak ilan edilmiştir. Hukuki ve ekonomik açıdan birçok sonuca yol açacak olan bu salgın sonrasında hâlihazırda devam etmekte olan sözleşmelerin akıbeti güncel bir sorun haline gelmiştir.
 
Yaşamı birçok ülkede durma noktasına getiren Coronavirüs (Covid-19) salgını nedeniyle birçok sözleşme ilişkisinin çıkmaza girme riski bulunmaktadır. Türkiye’de de, diğer birçok ülkede olduğu gibi, ulaşım, turizm, hizmet, kültür-sanat sektörleri salgın nedeniyle olumsuz olarak etkilenen sektörlerin başında gelmektedir. Ancak salgından etkilenen sektörler sayılanlarla sınırlı kalmayacak, salgın zamanla bütün sektörleri etkileyecektir. Dolayısıyla çalışma hayatının aktörleri bu süreçte, taraf oldukları sözleşmeleri geçici ya da kalıcı olarak sonlandırma veya değiştirme ihtiyacı duymaktadırlar. Ancak her sözleşme ilişkisinin karşılıklı anlaşma ile sonlandırılması veya içeriğinin uyarlanması mümkün olmayabilir. Bu durum, önümüzdeki süreçte hukuki uyuşmazlıkların doğmasına yol açacaktır. Hukuki uyuşmazlıkların süreç yönetimini doğru sürdürebilmek için ilk olarak Türk sözleşme hukuku açısından olasılıklar değerlendirilmeli ve uygulanacak hükümler tespit edilmelidir. 
 
Coronavirüs (Covid-19) salgınının sözleşmelere etkisinin değerlendirilebilmesi için öncelikle bu salgının niteliğinin belirlenmesi gerekmektedir. Sosyal felaket, doktrinde kişiler üstü, ferdi mahiyeti aşan, toplumun tümünü veya çoğunluğunu etkileyen, olağanüstü ve genel nitelikte bir olay olarak tanımlanmaktadır. Söz konusu nitelikteki olaylara örnek olarak; sel, deprem, salgın hastalık vb. tabiat olayları; savaş, ihtilal vb. ekonomik olaylar; enflasyon, devalüasyon, ekonomik kriz vb. ekonomik olaylar gösterilmektedir [1] . Açıklandığı üzere, Coronavirüs (Covid-19) salgınının Dünya Sağlık Örgütü tarafından “pandemi” olarak ilan edilmesiyle birlikte, bir sosyal felaket olarak nitelendirilmesi mümkün olacaktır.
 
Sosyal felaket niteliğindeki bu tür olağanüstü durumların mevcudiyeti halinde Türk hukuku, sözleşmelerin sonlandırılması veya değiştirilmesi hususunda taraflara çeşitli hukuki imkanlar sunmaktadır. Küresel salgın olarak nitelendirilen Coronavirüs (Covid-19) salgını sonucunda sözleşme taraflarının, bu hukuki imkanlardan yararlanma ihtiyacı gündeme gelecektir. Konuyla ilgili olarak özellikle, TBK m. 136 (ifa imkansızlığı) ve TBK m. 138 (aşırı ifa güçlüğü) hükümleri uygulama alanı bulacaktır. TBK m. 136 ve TBK m. 138 tamamlayıcı hükümler olup, Coronaviriüs (Covid-19) salgınının sözleşmelere etkisi değerlendirilirken, öncelikle sözleşmelerde yer alan mücbir sebep (force majeure) ve uyarlama (hardship) hükümleri incelenmeli ve bu maddeler uyarınca hareket edilmelidir. 
 
Eğer sözleşmelerde mücbir sebep ve uyarlamaya ilişkin hükümler mevcut değilse veya var olan hükümler yeterli değilse, sözleşme taraflarının menfaat dengesini sağlamak amacıyla somut olayın özelliklerine göre; mücbir sebep nedeniyle sözleşmenin sona erdirilmesine yönelik olarak TBK m. 136’nın veya sözleşme sona erdirilmeksizin mahkeme yoluyla uyarlanmasına yönelik olarak TBK m. 138’in uygulanması gündeme gelebilecektir.
 
Taraflar, öncelikle yaşanmakta olan küresel salgın nedeniyle dengesi bozulmuş karşılıklı edimlerinin akıbetini dürüstlük kuralına uygun bir şekilde müzakere etmeli ve müzakere sonucunda eğer mümkünse karşılıklı bir anlaşmaya varmalıdır. Böyle bir anlaşmaya varılamazsa, TBK m. 136 veya TBK m. 138’de düzenlenmekte olan hukuki yollara başvurulması gündeme gelecektir. Her ne kadar kanunda düzenlenmemiş olsa da, Yargıtay tarafından kabul edilen geçici imkansızlık (temporary impossibility) kurumunun da, yargı mercilerince Coronavirüs (Covid-19) salgını nedeniyle etkilenen sözleşmelere uygulanması gündeme gelebilecektir. Bu durumda akde tahammül süresi kıstası uygulanacak, bu sürenin aşılması durumunda sözleşmenin ortadan kalktığı kabul edilecektir. 
 
Birçok sözleşme ilişkisinde ifanın, özellikle de para borcunun ifasının, imkansızlaşmasından söz etmek mümkün olmayacaktır. Bu durumda, aşırı ifa güçlüğü nedeniyle TBK m. 138’in uygulanması söz konusu olacaktır. Coronavirüs (Covid-19) salgını sebebiyle sözleşmenin ifası bakımından TBK m. 138’de yer alan şartların oluşup oluşmadığı her bir sözleşme ilişkisinde ayrı ayrı değerlendirilmelidir.
 
Türk hukukunda sözleşme serbestisi esas olup, TBK’nın 136 ve 138. maddeleri yedek hukuk kurallarıdır. Bu nedenle öncelikle taraflar arasındaki sözleşme hükümleri incelenmelidir. Sözleşmede bu konuda bir hüküm bulunmaması halinde TBK’nın ilgili hükümleri uygulama alanı bulacaktır. 
 
B. Mücbir Sebep ve Coronavirüs (Covid-19) Salgını
 
Mücbir sebep, borçlunun faaliyet ve işletmesi dışında meydana gelen, genel bir davranış normunun ya da borcun ihlaline, mutlak ve kaçınılmaz bir şekilde yol açan; öngörülmesi ve karşı konulması mümkün olmayan olağanüstü bir olay olarak tanımlanmaktadır [2]. Borçlu mücbir sebebin varlığını ispat ettiği takdirde, sözleşme ile üstlendiği borcunu ifa etmemesinden dolayı sorumlu tutulamayacaktır. 
 
Coronavirüs (Covid-19) salgınının beklenmedik ve hızlı ilerleyen etkisi nedeniyle ticari ilişkilerde gecikme, ifa güçlüğü veya ifa imkansızlığı durumlarının meydana gelmesi, sözleşmelerde yer alan mücbir sebep maddelerini odak noktası haline getirmiştir. 
 
Türk Borçlar Kanunu, mücbir sebebin kesin bir tanımını yapmamakla birlikte, mücbir sebep borçlunun edimini imkansız hale getirmekte olup, TBK çerçevesinde “ifa imkansızlığı” kurumu gündeme gelmektedir. Doktrin ve Yargıtay kararları ışığında bir olayın mücbir sebep olarak değerlendirilmesi için sağlanması gereken şartlar şunlardır;
 
- Sözleşmenin kurulduğu esnada öngörülmesi mümkün olmayan bir olay olması,
 
- Bu olayın sözleşme kurulduktan sonra meydana gelmesi,
 
- Bu olayın ifa imkansızlığına yol açması,
 
- Bu olayın tarafların iradesi dışında gerçekleşmesi.
 
Yukarıda sayılan şartların bir arada bulunmasıyla meydana gelen olaylar genel olarak mücbir sebep olarak kabul edilmektedir. Mücbir sebep hallerine örnek olarak çoğu zaman; deprem, sel, yangın, salgın hastalık vb. durumlar gösterilmektedir. Yukarıda sayılan şartlara ek olarak, Yargıtay tarafından, mücbir sebep iddiaları hakkında değerlendirme yapılırken “ilgili olayın ülke genelinde benzer hukuki ilişkileri etkilemesi” ve “tarafların tacir olması” gibi kriterler de dikkate alınmaktadır.
 
Sözleşme serbestisi ilkesinin doğal sonucu gereği, sözleşmeler kaleme alınırken taraflarca mücbir sebebe ilişkin bir hüküm düzenlenmemiş olabilir ya da kaleme alınan mücbir sebep hükümleri farklı sonuçlara bağlanmış olabilir. Eğer taraflar mücbir sebebin sonuçları hususunda farklı düzenlemeler öngörmemişlerse, mücbir sebebe yol açan bir olayın gerçekleşmesi durumunda, olayın sözleşme üzerindeki etkisine göre; 
 
- Taraflar tamamen veya kısmen borçlarını ifa etmekten kurtulabilir,
 
- Taraflar mücbir sebebe yol açan olayın etkisi sürekli ise sözleşmeyi sona erdirebilir,
 
- Mücbir sebebe yol açan olayın etkisinin geçici olması durumunda ise mücbir sebep süresince edimlerin ifası ertelenebilir.
Mücbir sebep hali her somut olayın koşullarına göre ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekilen bir durum olmakla birlikte, birçok hukukçu tarafından Coronavirüs (Covid-19) salgınının bir mücbir sebep hali olduğu, aşırı ifa güçlüğü veya ifa imkansızlığı durumlarının taraflar arasındaki sözleşmelerde yer alan mücbir sebep maddelerini devreye sokacağı savunulmaktadır. 
 
Yargıtay da birçok kararında “salgın hastalıkları” bir mücbir sebep hali olarak kabul etmiştir. Şöyle ki;
 
- Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 27.06.2018 tarih, 2017/90 E., 2018/1259 K. sayılı kararında, “Mücbir sebep, sorumlu veya borçlunun faaliyet ve işletmesi dışında meydana gelen, genel bir davranış normunun veya borcun ihlâline mutlak ve kaçınılmaz bir şekilde yol açan, öngörülmesi ve karşı konulması mümkün olmayan olağanüstü bir olaydır. Deprem, sel, yangın, salgın hastalık gibi doğal afetler mücbir sebep sayılır.”
 
- Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 03.07.2018 tarih, 2016/3450 E., 2018/14618 K. sayılı kararında, “İşçiyi çalışmaktan alıkoyan nedenler, işçinin çevresinde meydana gelmelidir. İşyerinden kaynaklanan ve çalışmayı önleyen nedenler bu madde kapsamına girmez. Örneğin işyerinin kapatılması zorlayıcı neden sayılmaz (Yargıtay 9.HD. 25.4.2008 gün 2007/16205 E, 2008/10253 K.). Ancak, sel, kar, deprem gibi doğal olaylar nedeniyle ulaşımın kesilmesi, salgın hastalık sebebiyle karantina uygulaması gibi durumlar zorlayıcı nedenlerdir.” şeklinde hüküm kurulmuştur.
 
Coronavirüs (Covid-19) salgını nedeniyle sözleşmeden doğan yükümlülüklerin yerine getirilememesi, ifa güçlüğü, ifada gecikme veya ifa imkansızlığı gibi durumların mücbir sebep olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceği her sözleşmenin konusuna, taraflarına, edimlerin niteliklerine, ifa yerine göre farklılık gösterebilecek olup, ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim Coronavirüs (Covid-19) salgınının bahsi geçen unsurlar bakımından her sözleşmeye etkisi aynı oranda olmayacaktır.
 
C. Salgın Hastalığın İfaya Etkisi Hususunda Sözleşmede Hüküm Bulunması Durumunda Dikkat Edilmesi Gerekilen Noktalar
 
Salgın hastalıkların ifaya etlisi hususunda sözleşmede mücbir sebep (force majeure) ve uyarlama (hardship) hükümlerinin bulunması halinde; sözleşmenin tüm hükümleri birlikte yorumlanmalı ve taraflar arasındaki risk paylaşımı doğru tespit edilmelidir. Özellikle uzun süreli ticari sözleşmelerde sıklıkla kullanılan mücbir sebep (force majeure) ve uyarlama (hardship) hükümlerinin Coronavirüs (Covid-19) salgını nedeni ile önümüzdeki süreçte ileri sürülmesi ihtimal dahilinde olup, bu hükümlerin yorumu meselesi uyuşmazlıkların çözümü bakımından önem arz etmektedir. 
 
Önemle belirtmek gerekir ki, kimi zaman sözleşmelerde yer alan mücbir sebep (force majeure) ve uyarlama (hardship) hükümleri birlikte kullanılmakta ve bu kavramlar arasındaki sınırlar belirsiz bırakılmaktadır. Bu durum sözleşme özgürlüğü ilkesinin tabii bir sonucudur. Böyle bir durumda hükümlerin yorumlanması hususu ayrıca önemli olacaktır. Sözleşmede yer alan mücbir sebep hükmü sözleşmenin uyarlanmasına ilişkin özellikler taşıyor ise, bu hükmün uyarlama hükmü olarak yorumlanması gerekecektir.
 
Sözleşmede mücbir sebep ve uyarlama hükümlerinin sınırları açıkça belirtilmiş, hangi hallerde sözleşmenin mücbir sebep nedeni ile sona ereceği ya da hangi hallerde uyarlanacağı sayılmış olabilir. Ancak, bu durumda da sözleşmede sayılan hallerin sınırlı sayıda olup olmadığı konusunda uyuşmazlık doğması mümkündür. Eğer sözleşmede sayılan hususlar “bu gibi durumlarda”, “benzer hallerde” gibi genel ifadelerle sonlandırılmışsa sayılan durumların sınırlı sayıda olmadığı kanısına varılabilecektir. 
 
Sözleşmenin durum değişikliklerine uygun hale getirilmesi amacıyla, sözleşme taraflarınca “yeniden müzakere” yapılacağı hususu en sık rastlanılan uyarlama hükmüdür. Yeniden müzakere, tarafların yapmış oldukları sözleşmede daha sonra meydana gelen bazı sebeplerden dolayı, sözleşmeyi aynen ifa edememeleri durumunda bir araya gelerek sözleşmenin akıbeti hakkında fikir alışverişinde bulunmaları olarak tanımlanabilecektir [3]. Yeniden müzakere ile tarafların, dürüstlük kuralına uygun davranarak bir çözüme ulaşmayı amaçlamaları gerekmektedir.
 
Coronavirüs (Covid-19) salgınının, sözleşmelerde yer alan mücbir sebep ve uyarlama hükümleri kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği hususu önümüzdeki süreçte önemli bir tartışma yaratacaktır.
 
Sözleşmelerde yer alan mücbir sebep ve uyarlama hükümlerinin boşluk içermeksizin kaleme alınması oldukça zordur. Bu hükümler, tarafların öngörebildikleri risklerle sınırlı olarak düzenlenmekte, düzenlemeleri aşan bir durum meydana geldiğinde ise sözleşmenin genel ilkelere göre sona erdirilmesi veya uyarlanması söz konusu olacaktır.
 
D. Salgın Hastalığın İfaya Etkisi Hususunda Sözleşmede Hüküm Bulunmaması Durumunda Dikkat Edilmesi Gerekilen Noktalar
 
Salgın hastalıkların ifaya etlisi hususunda sözleşmede mücbir sebep (force majeure) ve uyarlama (hardship) hükümlerinin bulunmaması halinde;  Coronavirüs (Covid-19) salgını sebebiyle sözleşmeden doğan borcunu ifa etme konusunda zorluk yaşayan kişiler bakımından, TBK m. 136’da yer alan “ifa imkansızlığı” ve TBK m. 138’de yer alan “aşırı ifa güçlüğü” hükümlerinin uygulanması gündeme gelecektir.
 
1. İfa imkansızlığı
 
Türk Borçlar Kanunu madde 136’da ifa imkansızlığı, “Borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle imkânsızlaşırsa, borç sona erer.
 
Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde imkânsızlık sebebiyle borçtan kurtulan borçlu, karşı taraftan almış olduğu edimi sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca geri vermekle yükümlü olup, henüz kendisine ifa edilmemiş olan edimi isteme hakkını kaybeder. Kanun veya sözleşmeyle borcun ifasından önce doğan hasarın alacaklıya yükletilmiş olduğu durumlar, bu hükmün dışındadır.
 
Borçlu ifanın imkânsızlaştığını alacaklıya gecikmeksizin bildirmez ve zararın artmaması için gerekli önlemleri almazsa, bundan doğan zararları gidermekle yükümlüdür.” şeklinde düzenlenmiştir.
 
Buna göre, Coronavirüs (Covid-19) salgını veya bu salgın kapsamında alınan idari tedbir ve kararlar, sözleşme ile üstlenilen borcun ifasını imkansızlaştırırsa borç sona erecektir. Ancak bu durumun her sözleşme özelinde ayrıca değerlendirilmesi gerekmektedir. 
 
Yukarıda tanımı ve şartlarına değindiğimiz mücbir sebebin varlığı halinde, borçlunun edimi imkansız hale gelmektedir.  İfa imkansızlığı, “sürekli ifa imkansızlığı” veya “geçici ifa imkansızlığı” şeklinde meydana gelebilmektedir. Sürekli ifa imkansızlığı, borcun ifasını imkansızlaştıran engelin ortadan kalkmasının mümkün olmadığı imkansızlık türüdür. Geçici ifa imkansızlığı ise, borcun ifasının önündeki engelin sürekli olmadığı, bu engel ortadan kalktığında borcun ifasının yerine getirilmesinin mümkün olduğu imkansızlık türüdür. Ancak bu durumda, borcun sonradan yerine getirilmesinde alacaklının menfaatinin bulunmaması ya da imkansızlığın ortadan kalkacağı zamanın, alacaklının sözleşmeye bağlı kalmasının kendisinden beklenemeyecek kadar uzun veya belirsiz olması gibi durumlarda geçici ifa imkansızlığı, sürekli ifa imkansızlığı olarak değerlendirilebilecektir.
 
İmkansızlık, ifanın maddi (Coronavirüs salgınından kaynaklanan toplumsal veya bireysel olaylar vb.) veya hukuki (Coronavirüs salgını sebebiyle alınan idari tedbirler vb.) bir olay sebebiyle yerine getirilememesi şeklinde meydana gelebilir. 
 
İdari makamlar tarafından alınan işyerlerinin kapatılması, ulaşım engellerinin konulması, uçuş yasakları, gümrüklere ilişkin sınırlamalar gibi birtakım kararların birçok sözleşme açısından mücbir sebep hali olarak kabul edilmesi ve imkansızlık kapsamında değerlendirilmesi söz konusu olacaktır. Ancak ekonomik durumdaki bozulmalar, her zaman tek başına bir mücbir sebep hali oluşturmamaktadır. Önemle belirtmek gerekir ki,  para borcunun ifasının imkansızlaşması mümkün olmayacağı için prensip olarak para borçları TBK m. 136’da yer alan ifa imkansızlığı hükümlerine tabi olamayacaktır.
 
Coronavirüs (Covid-19) salgını kimi sözleşmeler için sürekli imkansızlık hali doğurabileceği gibi kimi sözleşmeler açısından da geçici imkansızlık hali doğuracaktır. Örneğin, kira sözleşmesi gibi uzun süreli sözleşme ilişkilerinde çoğu zaman geçici imkansızlık hali veya aşağıda açıklayacağımız aşırı ifa güçlüğü hali söz konusu olacaktır.  
 
Doktrinde bir görüş, geçici imkansızlığın borcu sona erdirmediğini, kural olarak borçlu temerrüdüne yol açtığını; diğer bir görüş ise, tarafların iradelerine aykırılık bulunmuyorsa, ifa tarihinin imkansızlığın sona erdiği ana kadar ertelenmesi gerektiğini ileri sürmektedir. Yargıtay da ikinci görüşü benimsemekte ancak, ertelemenin süresi bakımından bir kıstas getirmektedir. Şöyle ki;
 
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 28.04.2010 tarih, 2010/15-193 E., 2010/235 K. sayılı kararında, “Şüphesiz geçici imkânsızlığın varlığı, beraberinde tarafların bu sözleşmeyle ne kadar süre bağlı kalacakları sorununu getirir. Bu konudaki kural "ahde vefa=söze sadakat" ilkesi gereği tarafların sözleşmeyle bağlı tutulmasıdır. Ancak bazı özel durumlar vardır ki, tarafları o sözleşmeyle bağlı saymak hem onların ekonomik özgürlüklerini engeller, hem de bir başkası ile sözleşme yapma fırsatını ortadan kaldırır. Uygulamada, geçici imkânsızlık halinde tarafların o sözleşmeyle bağlı tutulma süresine "akde tahammül süresi" denilmektedir. Bu sürenin gerçekleşip gerçekleşmediğini de her somut olaya göre ve onun çerçevesinde değerlendirmek gerekir.” şeklinde hüküm kurmuştur.
 
Görüldüğü üzere Yargıtay, geçici imkansızlık halinde, tarafların bir süre daha sözleşme ile bağlı kalmasını kabul etmiş ve bu süreyi “akde tahammül süresi” olarak adlandırmıştır. Dolayısıyla ancak, akde tahammül süresi sona erdiği takdirde sözleşme bağlayıcılığını yitirebilecektir. Akde tahammül süresinin de her somut olay için ayrı ayrı tespit edilmesi gerekmektedir. Somut olayın özelliklerine göre, Coronavirüs (Covid-19) salgınının sözleşme ile üstlenilen borç bakımından geçici imkansızlık hali oluşturduğu kabul edilirse, öncelikle akde tahammül süresinin tespit edilmesi gerekmekte olup, bu süre bittiği takdirde borçlunun borcundan kurtulması mümkün olabilecektir.
 
2. Aşırı İfa Güçlüğü
 
Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenen “ifa imkansızlığı” kurumunun sonucunda, kural olarak borç sona ermektedir. Ancak borcun sona ermesi, özellikle uzun süreli sözleşmeler bakımından her zaman en ekonomik çözüm olmayacaktır. Coronavirüs (Covid-19) salgınına ilişkin risk azaldığında, ortadan kalktığında veya salgın kapsamında alınan idari tedbirler ortadan kalktığında sözleşmenin devam etmesi, bazı durumlarda tarafların daha lehine olacaktır. Böyle durumlarda, TBK m. 138’de yer alan “aşırı ifa güçlüğü” kapsamında sözleşmenin uyarlanması yoluna gidilmesi daha uygun bir çözüm olabilecektir. 
 
Her edimin, özellikle de para borçlarının imkansızlaşmadığı hususu dikkate alındığında birçok edim bakımından ifa imkansızlığı yerine aşırı ifa güçlüğünün meydana geldiği kabul edilebilecektir. Bu nedenle ifa imkansızlığının bulunmadığı durumlarda, TBK m. 138 hükmü uygulama alanı bulacaktır. Coronavirüs (Covid-19) salgını nedeniyle şimdiden birçok sözleşmede aşırı ifa güçlüğü meydana gelmiş olmakla birlikte, bu durum önümüzdeki dönem içerisinde artacaktır.
 
Aşırı ifa güçlüğü TBK m. 138’de, “Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır.
 
Bu madde hükmü yabancı para borçlarında da uygulanır.” şeklinde hüküm altına alınarak sözleşmenin uyarlanması sonucuna bağlanmıştır.
 
İfa imkansızlığı, bir mücbir sebebin varlığı halinde söz konusu olmakta iken; aşırı ifa güçlüğü, ifayı zorlaştıran bir engelin varlığı halinde söz konusu olacaktır.
 
TBK m. 138 hükmü kapsamında sözleşmenin değişen koşullara uyarlanması için,
 
- Sözleşmenin kurulduğu esnada, taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum ortaya çıkmış olmalıdır,
 
- Bu durum borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkmalıdır,
 
- Bu durum sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirmiş olmalıdır,
 
- Borçlu, borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olmalıdır.
Coronavirüs (Covid-19) salgını, yukarıda açıklanan şartlar uyarınca TBK m. 138 çerçevesinde aşırı ifa güçlüğüne sebep olursa borçlu, hakimden sözleşmenin yeni şartlara uyarlanmasını isteme veya uyarlamanın mümkün olmadığı halde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir.
 
Sözleşmenin uyarlanmasının talep edilmesi halinde hakim, sözleşmeden doğan riskleri taraflar arasında adaletli şekilde paylaştıracak ve borçlunun mağduriyetini ortadan kaldıracak şekilde tarafların edimlerini uyarlayacaktır. Tarafların edimleri arasındaki dengenin uyarlama ile yeniden sağlanmasının mümkün olmadığı hakim tarafından tespit edilirse, borçlunun, ani edimli sözleşmelerde “dönme” hakkını, sürekli edimli sözleşmelerde ise “fesih” hakkını kullanması mümkün olacaktır.
 
Ayrıca belirtmek gerekir ki, taraflar, sözleşmenin her aşamasında bir araya gelerek sözleşmenin şartlarını değiştirmeye karar verebilirler. Tarafların, aşırı ifa güçlüğü sebebi ile değişen koşullar sonucunda sözleşmeyi yeniden müzakere etmek için bir araya gelmeleri irade özgürlüğü gereği her zaman mevcut olan bir seçenektir. Ayrıca dava ve tahkim süreçlerinin hem süre hem de maliyet açısından masraflı olacağı düşünüldüğünde, tarafların hakimden sözleşmenin uyarlanmasını istemeden önce bir araya gelerek sözleşmeyi müzakere etmeleri sıklıkla gündeme gelecektir [4]. Tarafların bir araya gelerek sözleşmeleri yeniden müzakere etmeleri, Coronavirüs (Covid-19) salgınının sözleşmelere olan etkisini en aza indirmek yönünde en hızlı çözüm yolu olacaktır.  
 
Bu süreçte dikkat edilmesi gereken bir diğer husus; borçlu, sözleşme ile üstlendiği borcunu ifa etmeyip, aşırı ifa güçlüğü sebebiyle uyarlama talebiyle dava açar ve bu davada haksız çıkarsa, borcunu ifa etmemesi sebebiyle temerrüde düşecek ve borçlu temerrüdünün sonuçlarına katlanmak zorunda kalacaktır. Bu sebeple borçlu, TBK m. 138 uyarınca ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak borcunu ifa etmelidir. Bu şekilde ifa edilen borç TBK m. 138 hükmünün uygulanmasına engel olmayacaktır. 
 
E. SONUÇ
 
Coronavirüs (Covid-19) salgınının sözleşmelere etkisi hususunda değerlendirme yapılırken, öncelikle sözleşmelerde mücbir sebep ve uyarlamaya ilişkin hükümlerin öngörülüp öngörülmediğine bakılmalıdır. Eğer sözleşmelerde mücbir sebep ve uyarlamaya ilişkin hükümler mevcutsa, öncelikli olarak bu hükümler doğrultusunda çözüm aranmalıdır. 
 
Coronavirüs (Covid-19) salgınının sözleşmelere etkisi yönünde henüz herhangi bir Yargıtay kararı bulunmamakla birlikte, Yargıtay’ın salgın hastalıklar ve diğer olağanüstü hallere ilişkin kararları dikkate alındığında, mücbir sebep iddialarının her somut olayın koşulları ve sözleşme hükümleri dikkate alınarak ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varılmaktadır.
 
Coronavirüs (Covid-19) salgını, bazı sözleşmeler bakımından mücbir sebep olarak değerlendirilebilecek iken, bazı sözleşmeler bakımından ise aşırı ifa güçlüğüne yol açan bir engel olarak değerlendirilebilecektir. Bununla birlikte, salgının yayılma hızı ile salgın kapsamında her geçen gün artarak alınan idari tedbirler de sözleşmelere ilişkin yapılacak değerlendirmelerin sonuçlarını değiştirebilecektir.
 
Coronavirüs (Covid-19) salgını, sözleşmede öngörülen edimi objektif olarak imkansızlaştırıyorsa mücbir sebep olarak kabul edilebilecektir. Sözleşme hükümleri incelenerek, salgının edimin ifasını imkansızlaştırdığı tespit edildikten sonra, söz konusu imkansızlığın sürekli mi geçici mi olduğunun tespiti gerekmektedir. İmkansızlık sürekli ise borcun sona ermesi; geçici ise imkansızlık hali ortadan kalkıncaya kadar borcun ertelenmesi söz konusu olacaktır. Ancak, geçici imkansızlık halinde akde tahammül süresinin de tespit edilmesi gerekmekte, bu sürenin sona ermesi halinde ise borcun sona ermesi gündeme gelmektedir.
 
Diğer yandan, Coronavirüs (Covid-19) salgınının sözleşme ile üstlenilen edimin ifasını imkansızlaştırmayıp, borçludan katlanmasını beklenemeyecek şekilde zorlaştırdığı durumlarda aşırı ifa güçlüğü doğmuş olacaktır. Bu durumda eğer mümkün ise sözleşmenin uyarlanması, değil ise sözleşmeden dönülmesi gündeme gelecektir.
 
Coronavirüs (Covid-19) salgınının etki ettiği sözleşmelere yönelik olarak, TBK m. 136 ve TBK m. 138 hükümlerinin uygulanması ihtimalinde, öncelikli olarak tarafların bir araya gelerek çözüm araması, uyuşmazlığın daha hızlı çözüme kavuşması ve tarafların daha az masraf yapmaları sebebiyle daha uygun bir yol olacaktır.
 
Coronavirüs (Covid-19) salgınının, sözleşmeler bakımından etkisinin hızla arttığı bu sürecin ne kadar süreceği ve nasıl sona ereceği belli değildir. Bu nedenle, yukarıda incelediğimiz hukuki esaslar her somut olay açısından ayrı ayrı ve özenle değerlendirilmelidir.
 
Coronavirüs (Covid-19) salgını nedeniyle sözleşmeleriniz ve edimlerinizin ifasına yönelik durumların mücbir sebep kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği ve sonuçlarının ne şekilde olacağı ile ilgili hukuki destek almak istemeniz halinde iletişim bilgilerimizden bize ulaşabilirsiniz.
 
Öz&Öz Hukuk Bürosu
 
 
[1] ÇAVDAR, Pelin/KARACA, Aybüke: “Türk Hukukunda Aşırı İfa Güçlüğü ve Toplu İş Sözleşmesine Uygulanabilirliği”, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, C. 23, S. 3, s. 623; KOCAYUSUFPAŞAOĞLU, Necip: “İşlem Temelinin Çökmüş Sayılabilmesi İçin Sosyal Felaket Olarak Nitelenebilecek Olağanüstü Bir Olayın Gerçekleşmesi Şart Mıdır?”, M. Kemal Oğuzman’ın Anısına Armağan, İstanbul 2000, s.503-514.
[2] EREN, Fikret, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 24. Bası, Yetkin Yayınları Ankara 2019, s. 628.
[3] İNCE, Nurten: “Yeniden Müzakere Etme Borcu mu Külfeti mi?”, Banka ve Ticaret Hukuku Dergisi, C. 33, S. 1, Mart 2017, s. 180.
[4] KURTULAN, Gökçe: “Türk Hukukunda İmkansızlık ve Aşırı İfa Güçlüğü Karşılaştırılması”, Banka ve Ticaret Hukuku Dergisi, C. 32, S. 3, Eylül 2016, s. 234.